Geçmişten Çağımıza Akıncılar

  • Ana Sayfa
  • Geçmişten Çağımıza Akıncılar

Geçmişten
Çağımıza Akıncılar

Akıncı kimdir, nedir? Akın-Akıncı kavramı, insan yaşamında toplumsal ve siyasal formlarla yenilenen düşünce kodlarını, kitlesel eylemleri tanımlamaktadır. Akın-akıncı algılamasının İslâm tarihindeki kökleri, Hz. Muhammed Rasûlullah (sas) Efendimiz’in seriye projesine dayanan insan-îmân-kulluk eksenli yaşam modelinin derinliklerine inmektedir. Akıncılık, yaratan Allah(cc)’a kulluk bilincine sadakat ile bağlı örgütlü topluluğun; tevhîd kökünden fışkıran adâletle paylaşım, güvenli yaşam, barış ve katılım yapılanmalarının oluşumu ikliminde, dost, yoldaş ve kardeş olarak kitlesel güç birliği yapma irâdesidir. Akıncı kavramının kökenindeki, Hz. Muhammed (sas) devrinde serriyye ne demektir? Lûgat, filoloji / dil bilimi tanımında seriye, Arapçada sereyan‘dan gelen “seçkin askerlerden oluşan savaş birliği” anlamındadır. Osmanlılar döneminde Akıncı tanımı, “düşman üzerine gönderilen küçük süvâri / atlı savaş birliği” biçimine dönüşmüştür. Hz. Rasul (sas) devrinden çağımıza, Akıncı adı verilen “özel savaş birlikleri”nin sayısı 10-40-100-400 aralıklarında kabul edilmiştir. Akıncı birliğinin üst limit sayısı 400’dür. Bu anlam ve tanımların ikliminde, Hz. Peygamber(sas) ’in 313 savaşçı ile başladığı Bedir savaşı ve zafer sürecini analiz etmek gereklidir. Hz. Rasulullah(sas) Yesrib’e hicret etmiş;  yeni adı Medine olan kentte, son Peygamber(sas)’in başkanlığında tevhid inancına dayanan devlet kurulmuştur. Arap coğrafyasında çok tanınmayan Yesrib / Medine, Mekke kenti ile Şam toprakları arasında ticaret kervanlarının anayolu üzerinde çok stratejik yerdedir. Küçük İslâm Devleti, birkaç köylük, beylik toprağı sayılabilecek alanda egemen olmuştur. Ancak, Arap yarımadasında etkisi hızla yayılmakta; inatçı düşman Mekke müşrik yönetimine karşı giderek güçlenmektedir. Mekke yönetimi, tüm yaşam kaynakları olan Şam topraklarıyla ticaret yolunun, Medine İslâm Devleti’nden gelecek ürkütücü tehdidin altına girdiğini görmüştür. Medine’nin güçlenmesi, Mekke’nin boğulması ile eş anlamlıdır. Mekke’nin müşrik yönetiminin siyasal ve ekonomik stratejisi, Medine’nin korkulan güce ulaşmasına fırsat vermeden, kesinlikle İslâm Devleti’nin ortadan kaldırılmasıdır. Mekke yönetimi, tüccarların sermaye koyduğu büyük kervanın ticaret için Şam’a gönderilmesine; yaklaşık 70 bin dinar kazaALİ ÇİTLİ Hz. Muhammed Rasul(sas)’un kutlu devrinde akın/akıncı eylemlerine baktığımızda, en iri ve çağımıza model olanı, 628 Hudeybiye antlaşması sonrasında görülen Elİs olayıdır. El-İs olayı /El-İs modeli, her akıncı tarafından derinliğine bilinmesi ve doğru analiz edilmesi zorunlu olaydır. Çünkü Bedir’de zafere rağmen, Mekke ordusunun daha sonra Medine’ye saldırısı engellenememiştir. Geçmişten Çağımıza Akıncılar Mayıs 2013 33 MAKALE nılacak işin sonunda, Medine Devleti’ne savaş açılmasına karar vermiştir. Hz. Peygamber (sas), Mekkelilerin, Medine İslâm Devleti’ni yok etmek için yaptığı stratejik planları ciddiyetle takip etmiştir. H. 2, Sefer ayının 12. günü, Kur’an’ın, “Müslümanlar ’a saldırı yapanlara karşı, savaş yapılmasına izin veren ayetleri” inmiştir. Son elçi(sas)’nin savunma stratejisi, Mekkelilerin Şam ticareti yolunu kontrol altına almak; savaş finansmanı bulamayıp Medine’ye saldırmasını önlemektir. Bu amaçla, Şam yolu çevresindeki kabilelerle antlaşmalar yapmış; ticaret yolunun kapatılması için seriyeler çıkarmıştır. İlk seriyenin Hz. Hamza (ra) komutasında olduğu kabul edilir. Bu nedenle Akıncılar, pîrlerinin, ilk üstâd ve liderlerinin; yiğit ve korkusuz savaşçı Hz. Hamza (ra) olduğunda ittifak etmişlerdir. Hz. Ali (ra) de ilk Akıncı liderlerindendir. Sonra Hz. Ubeyde bin Hâris(ra), Hz. Sa’d İbn-i Ebu Vakkas(ra) komutasında iki seriye daha görevlendirilmiştir. Ardından, Hz. Peygamber (sas), Muhacirlerden oluşan 200 kişilik seriye birliğiyle Benî Dâmar kabilesinin bölgesine akına gitmiş, bölgedeki kabilelerden Benî Mudlic ile antlaşma imzalamıştır. Sonraki zamanlarda, Hz. Ömer(ra)’in ve Amr ibn-i As (ra)’ın seriye/ akın komutanlığı yaptığı bilinmektedir. Efendilerin efendisi Hz. Rasul(sas)’un görevlendirdiği seriyelerin içinde en sorunlusu, Hz. Abdullah bin Cahş (ra) komutasındaki seriyedir. Hz. Peygamber (sas), 12 savaşçıdan oluşan bu seriyeyi, Mekke-Taif arasında olan Batn-ı Nahle yöresine göndermiş; komutan Hz. Abdullah’a (ra) bir mektup vermiş, iki gün yol aldıktan sonra mektubun açılmasını, mektuptaki talimata göre davranılmasını emir buyurmuştur. İki gün sonra açılan mektupta, “Nahle’ye gidilecek, orada bir süre kalınacak, Mekkeliler’in hareketleri kontrol edilecek, Medine’ye bilgi verilecek” talimatı okunmuştur. Nahle’de seriyenin yol kontrolü yaptığı sırada, Şam’dan Mekke’ye giden Amr ibn-i Hadramî liderliğinde bir kervan görünmüştür. Hz. Abdullah bin Cahş(ra) ve seriye savaşçıları kervana saldırmış, Amr öldürülmüş, Hakem bin Kays ile Osman bin Abdullah tutsak edilmiş ve kervanın tüm mallarına el konulmuştur. Medine’ye dönen Hz. Abdullah (ra), kervan mallarını ve tutsakları Hz. Rasul(sas)’e teslim etmek istemiş; ama, Taberî’den rivayetle son elçi (sas): “Ben sana, böyle bir iş yapmaya izin vermedim.” buyurmuş, ganimetleri reddetmiştir. Akında yanlış yapan sahabe, Uhud’da şehid olan Hz. Abdullah bin Cahş(- ra)’dır. Öldürülen Amr, tutsak edilen iki kişi Mekke’nin saygın ailelerine mensuptur. Amr ibn-i Hadramî’nin katli Mekke’de olumsuz etki etmiş ve tarihçiler bu olayı Bedir savaşının önemli sebebi saymışlardır. Seriye/ akın eylemi, Bedir savaşı ve zaferinin oluşumunda sanılandan çok fazla etkili olmuştur. İslam tarihinin ilk savaşı Bedir’in askeri ve sosyolojik analizinde, asıl amaç; Mekke kervanını ele geçirmek, ekonomik gücü zayıflayan Mekke’nin Medine İslam Devleti’ne saldırmasını önlemektir. İslam savaşçılarının sayısı 313’tür. Savaşçıların sayısı, Hz. Muhammed Rasul(sas)’un görevlendirdiği seriye birliklerinin üst limit sayısı 400’ün çok altındadır. Bedir zaferini kazanan İslam ordusu Bedir seriyesi hükmündedir. Seriyenin komutanı Hz. Peygamber(sas)’dir. Hz. Muhammed Rasul(sas)’un kutlu devrinde akın/akıncı eylemlerine baktığımızda, en iri ve çağımıza model olanı, 628 Hudeybiye antlaşması sonrasında görülen El-İs olayıdır. El-İs olayı /El-İs modeli, her akıncı tarafından derinliğine bilinmesi ve doğru analiz edilmesi zorunlu olaydır. Çünkü Bedir’de zafere rağmen, Mekke ordusunun daha sonra Medine’ye saldırısı engellenememiştir. Ama El-is olayından sonra Mekke’nin gücü kırılmış, Medine’ye tekrar saldırı gücünü bulamamışlardır. Başarının şerefi, El-İs seriyesine/ akıncılarına aittir. Olayın özeti şöyledir: 628’in Zilka’de ayında Hz. Peygamber (sas) hacc ilan etmiş ve çevre kabilelere hacc için davetçiler göndermiştir. Medine’den hareket eden Hz. Rasulullah (sas) ve yaklaşık 1500 Sahabe (rae); savaşmak istemediklerini ve yalnızca Kâbe’yi ziyaret etmek niyetlerini göstermek için, kılıçsız ve silahsız olarak, Mekke’ye 2 km. uzaktaki susuz kuyu Hudeybiye’ye kadar gelmişlerdir. Mekke yönetimi, son Rasul’u (sas) ve Müslümanları Mekke’ye sokmamak için savaş hazırlığına başlamıştır. Ashab’ın (rae), kuyu yakınında bir ağaç altında Hz. Peygamber(sas)’e yaptığı samimi ve 34 Mayıs 2013 MAKALE yürekli biad, Mekke yönetimini ürkütmüş ve barış görüşmeleri başlamıştır. Mekke’nin yönetimi, Arapların ünlü hatibi Suheyl bin Amr’ı görüşmelere elçi olarak göndermiş, barış şartları görüşülmüş, metin yazılmış ve imzalara hazırlanmıştır. 5. madde, Müslümanlar için çok ağırdır. Tam bu sırada, elçi Suheyl’in daha önceden Müslüman olan, zincire bağlanarak cezalandırılan oğlu Ebû Cendel(ra); bir biçimde kurtulmuş ve Hudeybiye’ye ulaşmıştır. Vücudu yaralar içindedir. Çok yorgun ve bitkin halde, yere yığılmıştır. Ebû Cendel(ra)’in babası ve Mekke elçisi Suheyl: “Antlaşma gereğince, bana teslim edeceğiniz ilk Mekkeli budur. Geri verilmesini istiyorum.” diyerek ısrar ve inat etmiştir. Görünüm müthiştir. Allah (cc) ile gönderdiği son Rasul’u (sas) arasında, insanların okuyamadığı derin sırvardır. Ebû Cendel (ra), “Ya Rasulallah! Müslüman olduğum halde, Beni müşriklere nasıl teslim edeceksiniz?” diye feryat etmekte ve Ashab(rae) ağlamaktadır. Fetih sırrını bilen Hz. Peygamber (sas); derin üzüntüsüne ve onca ağır acılarına rağmen, verdiği sözden dönmemiştir. Mekke yönetimi ile yapılan antlaşmaya uymuş, “Sabret Ya Ebû Cendel! Yakında Allah seni bu beladan kurtarır.” buyurmuştur. Değerli Sahabe (rae) tarafından bile yıkıntı olarak algılanan Hudeybiye barışından sonra, Mekke halkı ile Müslümanlar arasında, ticaret, ziyaret ve karşılıklı görüşmeler yaygınlaşmıştır. İslam’ın özünü, aslını anlayan bir kısım Mekkeli Müslüman olmuş; müşrik Mekkeliler, yeni Müslüman olanlara sert işkenceler yapmışlardır. Yeni Müslüman Mekkeli Ebû Basir/Busayr Medine’ye sığınmış, ardından gelen iki Mekkeli yine antlaşma şartlarına uygun olarak Ebû Basir’i teslim almışlardır. Ebû Basir (ra), kurtulmak için çırpınmaktadır. Hudeybiye antlaşması sırasında, mazlum Ebû Cendel(ra)’in söylediklerine benzer şeyler söylemektedir. Hz. Rasulullah (sas), Müslüman olmaktan başka suçu olmayan Ebû Basir(ra)’i teselli etmiş ve “Ya Ebû Busayr! Biz, ahdini bozanlardan değiliz. Biraz sabret. Allah, elbette sana ve senin gibi olanlara kurtuluş yolu gösterecektir.” müjdesini vermiştir. O anda, Hz. Peygamber(sas)’in sözünün özü ve sırrı anlaşılmasa da, 3 kişi Mekke’ye dönmek için yola çıkmıştır. Ebû Basir (ra) yolda bir fırsat bulmuş, Mekkelinin birini öldürmüş, diğeri kaçmıştır. Mekke’ye dönemeyen ve Medine’ye giremeyen Ebû Basir (ra), El-İs denilen yere gitmiş ve oraya yerleşmiştir. El-is, Mekke-Şam ticaret yolu üzerinde Bedir yakınında Zu’l Merva yöresinde stratejik bir yerdir. Ebû Basir’in durumunda olan diğer Müslümanlar da El-İs’e gelmiş, Ebû Basir’e katılmışlardır. El-İs’te sayıları önce 80 kadar olsa da, sonra 300’ü bulmuştur. Böylece, Hudeybiye antlaşmasının şartlarına uygun olarak, El-İs’te İslam Devleti’ne ve Hz. Rasulullah(sas)’a bağlı çok etkili seriye gücü oluşmuştur. Hudeybiye’de, Mekke yönetimine teslim edilen Hz. Ebû Cendel (ra) de kurtulmuş, El-İs seriyesine katılmıştır. Herkes onun yanına geldiği için Ebû Basir (ra) komutan ve Ebû Cendel (ra) seriye imamı olmuştur. Böylece, seriye komutanı ve seriye imamı, seriye ikliminin iki önemli direği haline gelmiştir. Osmanlılar, komutan-imam ikilisini işaret etmek için; akıncı komutanlığının yanında, akıncı imamlığı görevini yapan akıncı kadısı uygulamasına önem vermişlerdir. El-İs’de Müslümanlardan oluşan seriye/ akın gücü, Mekkelilerin Şam’a giden tüm ticaret kervanlarına saldırmış ve Mekke’nin yaşam kaynağı ticareti durmuştur. Hz. Peygamber (sas) Hudeybiye antlaşması şartlarına uyduğu için, Mekke yönetiminin itiraz hakkı kalmamış; Mekkeliler El-is’teki seriye / akın ordusuna karşı saldırı gücü bulamamıştır. Sonuçta, Mekke lideri Ebu Sufyan, Hudeybiye antlaşmasının 5. maddesinin kaldırılmasını sağlamak için Medine’ye gitmiştir. Ebu Sufyan Mekke görüşmelerinden sonuç alamamış, aşağılık durumlara düşmüş, Mekke’nin fetih süreci de bundan sonra başlamıştır.     Son Rasul Hz. Muhammed(sas)’in çağında seriye/ akın uygulamaları, akıncı olmak ikliminin ana eksendeki özelliklerini belirlemiştir. Bunlar şöyledir: 1. Konuştuğunda doğru söylemek, 2. Söz verdiğinde yapmak, 3. Emanete ihanet etmemek, 4. Birbirine karşılıklı güven vermek. İslâm tarihinin ilk başlarından örneklediğimiz seriye/akın olayları; akın komutanı ve akıncıların, çağımızda çok sık görülen çetele- Mayıs 2013 35 MAKALE rin ve terör guruplarının davrandığı kodlarda, nefislerinin ve canlarının istedikleri gibi davranmak haklarının olmadığını, her durumda uymak zorunda oldukları kuralların bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yaratan ve yaşatan Allah’ın vahy ettiği Kur’an’ın muhatabı, Hz. Peygamber’in (sas) seriyeleri/ akıncı özel birlikleri formlarından, yaşadığımız çağa aktarılacak sosyolojik çıkarımları şöyle sayabiliriz: 1. Seriye/akın iklimi, ırk, soy, aşiret ve etnik köken ayırımı yapmadan; îman, İslâm ve insan ekseninde oluşan savaş ve sivil toplum örgütlenmesidir. 2. Seriye-akın eylemleri, çok hassas, önemli dengeler üzerinde planlanan organizasyonlardır. Az sayıda, yetenekli insanların katıldığı; özel ve etkili operasyonlardır. 3. Seriye/akın eylemlerinde stratejik amaç, düşmanın hareketlerini kontrol etmek, gerekli bilgileri merkeze aktarmak, düşmanın ekonomik imkânlarını daraltmak, saldırılarını önlemektir. 4. Hz. Muhammed (sas) bizzat kendisi, Benî Dâmar yöresi akınında seriye komutanlığı yapmıştır. Bu tanımda seriye, sünnet hükmündedir. 5. Seriye-akın komutanı ve akıncıların, görev kodları genellikle gizlidir. 6. Seriye/akın komutanı ve akıncıların, görev kodları dışında davranmaları yasaktır. 7. Seriye/akın stratejileri ve eylemleri, devletin/ülkenin geleceğini doğrudan etkilemiştir. 8. Seriye/akın stratejileri, küresel medeniyet üretimlerine ciddi katkı yapmıştır. Akıncılar,  çok etkili özel savaş birlikleri ve sivil toplum kuruluşları olarak tanımlanmaktadır.        9. Tarihsel süreçte, Seriye/Akıncı kavramının incelenmesi gereken 5 evresi vardır; a. Hz. Muhammed (sas) devrindeki seriyeler/ özel akın birlikleri, b. Ömer (ra) devrinde oluşan ve Abbasiler döneminde yeniden yapılandırılan, Bizans ile Müslüman coğrafyanın arasındaki sınırları belirleyen, Tarsus- Maraş-Malatya-Kafkaslar hattında Avâsım Akıncıları, c. 11. yüzyılda Selçuklular ile başlayan, sürekli Batı’ya Bizans toprağına doğru yayılan, Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Akıncıları, d. 14. yüzyılda Batı Anadolu’da Osmanlılar ile başlayan, sonra Balkanlar’a ve orta Avrupa’ya genişleyen, çok yönlü tanımlarıyla Osmanlı Akıncıları, e. 20. yüzyılda Anadolu toprağında, sivil toplum örgütü / STK kavramında oluşan Türkiye Akıncıları evreleridir. Her evre, ayrı araştırmaların ve tezlerin konusudur. 10. Selçuklu Devleti kurulmadan önce, 1018-1021’de, Çağrı Bey’in yönetiminde düzenli ve planlı keşif amaçlı Doğu Anadolu akını; 1028’de Diyarbakır’a kadar yayılan Türkmen akını, 1038’de Van Gölü havzasına yapılan akınlar önemli akınlardır. Çağrı, tüccar kimliğiyle yönettiği Doğu Anadolu keşif akını sonunda Türkmen yönetimine rapor sunmuştur. Maveraünnehir topraklarında ve Orta Asya’da yaşayan Türkmenlerin uzun soluklu, kesintilerle yüzyıllar boyu devam edecek batı akını böyle başlamış; Anadolu’nun 2. anayurt, Orta Avrupa’ya uzanan toprakların Türkmen yurdu olması gerçekleşmiştir. 1045-1046’da, yeni kurulan Selçuklu Devleti’nin planladığı Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan akınları da, tarihi etkileyen akınlar olarak not edilmelidir. Anadolu Selçuklu’nun kuruluş toprakları, fetih öncesinde Bizans/ Rûm topraklarıdır. Emir Süleyman, Rûm/Anadolu fethine Antakya kentinden yola çıkarak başlamış; 1074’te Orta Anadolu’nun önemli stratejik kentlerinden Konya ve çevresini ele geçirmiştir. Yola devamla, 1075 gibi Roma ve Bizans’ın kutsal kenti İznik’i fethetmiştir. İznik’i başkent yapan, Anadolu’da yeni devlet oluşturan Emir Süleyman; 1075’te Anadolu Selçuklu Devleti’ni fiilen kurmuştur. Ancak, emir Süleyman’a 1077’de büyük sultan Melikşah menşur; Abbasî halifesi saltanat menşuru, hil’at ve sancak göndermiştir. Halife, I.Süleyman için sultan sanını kullanmıştır. Genel kabulde, 1077’de I.Süleyman yönetiminde Anadolu’da yeni devlet kurulmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşunu sağlayan akın hareketi, küresel tarihi önemli boyutta etkilemiştir.    11. Osmanlılar, Orta Asya ve Maveraünnehir topraklarından Anadolu’ya gelen, Batı 36 Mayıs 2013 MAKALE Anadolu cihad coğrafyasına dalan Türkmen aşiretinin, akın gücünü kullanmasıyla tarihe girmiştir. Osmanlılar, 2. Mehmed/ Fatih devrinde 1463-1469’da 16 yıl, batıdan Venedik, Macar, Alman, Leh orduları ile irili ufaklı İtalyan kent devletlerinin katıldığı 20’ye yakın devletle savaşmışlardır. Orta Avrupa topraklarında Macar, Venedik, Alman ve Leh birleşik gücünü; inceliği detaylarıyla tam anlaşılmayan müthiş akın tekniği ile darmadağınık eden Osmanlı Akıncıları’dır. Akıncılar asıl Osmanlı ordusundan bağımsızdır. İç yönetimlerinde özerk, sınırlarda çok özel, vurucu ve atlı savaş birliklerdir. Osmanlı medeniyetinin yükseliş çağında biçimlendirdiği Akıncılar’ın, Orta Avrupa topraklarını alt-üst ettikleri akınların stratejik özü şöyledir: Her akıncı, akına birkaç atla çıkmıştır. Akın ordusu, tek komutada belirli alanda toplanmış, akın planı yapılmıştır. Akının amacına göre, birlikler guruplara ayrılmış; gurupların vuracağı kentler-kasabalar bölüşülmüş, dönüş yolları detaylarıyla belirlenmiştir. Belli noktalara varınca, guruplar bu kez alay adıyla yeniden ayrılmıştır. Akın, çok tutsakla ve bol ganimetlerin alınmasıyla bitince, geri dönüş planı uygulanmış; derelerin nehirlerde birleştiği gibi akıncılar yeniden tek merkezde toplanmıştır. Dönüş yolu, mecbur olmadıkça asla geliş yolu olmamıştır. Akıncılar, Avrupa’nın herhangi bir yerinde, beklenmeyen yerde, beklenmeyen zamanda, beklenmedik biçimde ve aniden ortaya çıkıvermişlerdir. Akıncı alayları, yakmış, yıkmış, almış ve hayalet gibi birden kaybolmuşlardır. Fatih devrinde Avrupalı yöneticiler, akın ordularının nereden, nasıl geleceğini; ne yapacağını ve nereden gideceğini asla öğrenememişlerdir. Hayalet ordu ve kasırga birlikleri Akıncılara karşı, Avrupa kentleri ve kasabaları hiçbir önlem alamamıştır. Avrupa krallarının, Osmanlı seriyesi/ akın ordusunu durdurabilecek mecalleri, güçleri, düşünce kapasiteleri olmamış; Avrupa devletleri ve halkları, akıncılar karşısında çaresiz kalmıştır. 21. yüzyılda bile, Avrupa’da Türk/ Osmanlı korkusunun temel nedeni Osmanlı Akıncıları’dır. Bu akın formu, El-İs modeliyle örtüşmektedir. Fatih çağının Avrupa üzerindeki bu inanılmaz akın gücü, kıtayı dağıtmıştır. 2. Mehmed’i tarihte ve Avrupa’da büyük kartal yapan Akıncılar’dır. Yükseliş çağında, 1595’te Tuna Nehri üzerinde Akıncılar’ın yok edilmesine kadar, bu akın kodu devam etmiştir. Şu not önemlidir: Osmanlı hazinesinin mâli birimi 1 yük=100 bin akçedir. 1564’te mâliyenin açığı 32 yüktür. 1595’te Tuna’da Akıncılar yok edilince, Avrupa’dan Osmanlı topraklarına akan ganimetler kesilmiş; 2 yıl sonra, 1597’de Osmanlı mâliyesinin açığı 6.000 yüke ulaşmıştır. Akıncıların kayboluşu, imparatorluğun geleceğini derinden etkilemiştir. 12. 20. yüzyıl Akıncıları; Türkiye toplumsalında kırılma çizgileri oluşturan, Sakarya, Bursa, Yozgat ve son Konya mitinglerini organize etmiş veya toplu olarak katılmışlardır. Bu mitingler cumhuriyet döneminde ilk kez İslâm’ı talep eden yeni kitlesel kimliği ortaya çıkarmıştır. Akıncılar’ın Ankara’da ilk kuruluşu, ADMM’de, sıradan Anadolu gençlerinin “yeniden kurtuluş için yüreklerini ortaya koydukları mescid eksenli” toplantılarla başlamıştır. Akıncılar’ın kuruluş temelleri “hak rızası”na yönelik amaçlarla atılmış; örgütlenme sürecinde görev değişimleri bir çeşit “bayrak yarışı” gibi algılanmıştır. Bayrağın düştüğünün hissedildiği yerde, bir diğer akıncı bayrağı hemen sahiplenmiştir. Akın bayrağını kimin tuttuğuna değil, “bayrağın ayakta kalması”na önem verilmiştir. Bu nedenle, 20. yüzyılın Akıncılar STK örgütlenmesi, isimsiz kahramanların kitlesel güç birliği harekettir. Genel başkanlar, MYK üyeleri ve illerin yöneticileri, örgütün varlığını kendi malları ve özel oyuncakları gibi görmemiştir. Kurucular ve başkanlar, sürekli “emaneti teslim edecek” insan aramış, bulduğuna inandığında “başkanlık görevini” hemen devretmişlerdir. 20. yüzyılın Türkiye Akıncıları, başkanlık ve yöneticilik sorunu yaşanmayan, belki tek toplumsal örgütlenmedir. Akıncılar; yalnızca öğrenci ve gençlik hareketi olmaktan çok öteye, her kesimden insanları içine alarak, siyasal ve toplumsal talepleriyle geleceğin umut örgütlenmesi olmuştur. Akıncı örgütlenmesi, vatan toprağında iş adamından müdürlere, bürokratlardan seyyar satıcılara; mühendis ve öğretmenlerden, okuma yazması bile olmayan gazete dağıtanlarına kadar, çok geniş halk Mayıs 2013 37 MAKALE tabanının desteğini almıştır. Her kesimden insanımızın kitlesel taleplerinin ve toplumsal beklentilerinin sözcüsü olmayı başarmıştır. 1000’den fazla şube ve temsilcilikle, Anadolu’da dev kitlesel örgüte dönüşmesinin temel nedeni budur. Genel merkez dâhil, başkanlar ve yönetimler sıkça değişmiştir. Halkın farklı kesimlerinden temsilciler, Akıncılar örgütlenmesine katılma ve yönetimlerde görev alma fırsatını bulmuştur. 13. 20. yüzyılın Türkiye Akıncılar’ı, kendilerinden önceki evrelerin Akıncılarına benzeyen özellikleriyle, diri ve dik duran insanlardır. Düştükleri ve süründükleri zamanlar olsa da; zulüm gördükleri insanların karşısında yaltaklanmamışlar, asla diz çökmemişlerdir. Türkiye’nin 1975-1980 dönemi, çok ağır kaosun, toplumsal bunalımın yaşandığı yıllardır. Akıncılar, canlarına ve temsilciliklerine saldırı olmadıkça, kanlı anarşi ve terör guruplarıyla çatışmaya girmemişler; insanımızın birbirinin kanını dökmesinden ısrarla uzak durmuşlardır. İç savaşı andıran çatışmalara bulaşmamışlar, terör, anarşi ve ölüm olaylarına karışmamışlardır. Anarşiden korunmanın ilk yolu budur. Akın iklimi ve akın bilinci, insanımızın kanlarına değil, kalplerine talip olduğunu açıkça ispat etmiştir. 14. Türkiye’de Akıncılar örgütlenmesi, vatanımızda dürüst, samimi ve içten bir toplumsal yapı oluşturmuştur. STK’da yönetimler sık değişse de; güvenilir, temiz ve emanete ehil olduğu kanıtlanan insanlar yönetimlerde görev almışlardır. Ancak, akın iklimini anlamayan, akın düşüncesini doğru algılamayan, çıkar peşindeki provakatör tipli kişilerin Akıncılar’da yönetici olması engellenmiştir. 20. yüzyılın Türkiye Akıncıları, yönetimde güven ve dürüstlük olgusuna sanılandan çok daha fazla önem vermişlerdir. Akıncıların iç yönetiminde, “her işi genel merkez bilir” diyen, çok merkeziyetçi yönetim uygulaması egemen olmamıştır. İllerin yönetimleri çalışma programlarını yapmakta genellikle serbest bırakılmıştır. Bu nedenle, bazı illerde, özellikle kamp çalışmalarının kontrolü yetersiz kalmış; yetersizlik, o devrin siyasal güç odaklarına Akıncılar örgütlenmesine “el koyma fırsatı” vermiştir. Akıncıların kapatılması istenince, “dinsel çalışmalara ve din devletine karşı kalkan” olması amaçlanan 163. madde ile ilgili iddianame hazırlanmıştır. Hiç sorumluluğu olmayan kuruculardan başlayıp son yöneticilere kadar, sıkıyönetim askeri yargıda yaklaşık 120 kişiyi kapsayan ünlü “Akıncılar Mahkemesi” başlamıştır. Delillerin yetersizliği nedeniyle, 2. ek iddianame ile dava devam etmiştir. Yaklaşık 10 yıl devam eden dava sürecinde,  20. yüzyılın Türkiye Akıncıları’nın lider ve yönetici kadrosunun çoğu, kaçak yaşamış, hapislerde işkence görmüş, işsiz-güçsüz ve sahipsiz kalmışlardır. Sonuçta Akıncılar, toplumsal törpülenme ile dağıtılmıştır. 15. 20. yüzyılın Türkiye Akıncıları, toplumsal siyasette devlet yönetenlerin dürüst ve adaletli olmasından yanadır. Siyasal konuşmaların doğru yapılmasını, halka verilen sözlerin tutulmasını, her görevin bir emanet bilinciyle yapılmasını sürekli talep etmişlerdir. Taleplerinin toplum genelinde uygulamaya geçmesi için, siyasal mücadele arenasında elbette tercihleri olmuştur. Ama siyasal stratejileri, “siyasal partinin gençlik kolları gibi” olmaktan uzak durmalarıdır. Eylemlerde, işbirliği-güç birliği yapma, destek verme stratejileri benimsenmiştir. 16. 20. yüzyıl Akıncıları’nın düşünce boyutları, katıldıkları eylemlerin kitlelerdeki etkisi; Türkiye toprağında İslâmî dirilişin, yükselişin, direnişin, inançlı ve onurlu modeline çok ciddi katkı yapmıştır. Akıncılar, vatanımızda genç nesillerin İslâm’a sahip çıktığını ispat etmişlerdir. 20. yüzyılın son çeyreğinde, Türkiye toplumunda İslâm’ın yayılışında; dürüst, içten, köklü, gerçekçi ve çok fedakâr uygulamalarla, hak ve söz sahibi olmuşlardır. 17. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, uzun süren Akıncılar mahkemesinin de yıldırıcı etkisiyle, bir-iki denemeye rağmen STK yeniden toparlanamamıştır. Akıncılar örgütlenmesi toplumsal kimlik kazanmasına, Anadolu’da ve coğrafyamızda kitlesel marka olmasına rağmen; düşünce ve eylem potansiyelleri devam ettirilmemiştir. Akıncılar, yanlış stratejiyle ağır bedel ödedikleri kitlesel örgütlenmenin işlevini başkalarına havale etmişlerdir. 21. yüzyılın yeni STK örgütlenmesi, bu ciddi hatadan dönüş ve 20. yüzyılın kitlesel hamlesini yeniden asıl kimliğiyle sahiplenme olarak kabul edilmelidir.                           18. 21. yüzyılda, bu tanımların, algıların,yorumların, sosyolojik analizlerin bağlandığı köklerden fışkıran; yeniden yapılanmış ve küresel medeniyet misyonunu yüklenmiş, çağımıza uygun çözüm projeleri üreten Akıncılar örgütlenmesine ve yeni kitlesel hamleye kesinlikle ihtiyaç vardır. Beklenen STK, basit ve sıradan dernek olgusundan çok farklı, insan ve insanla ilgili her alanda bilimsel çalışmalar ve eylemler yapan; ekonomik imkânları adaletle paylaşan ve paylaştıran, umutları tükenmiş insan soyunu arsından sürükleyecek, küresel ve kitlesel örgüt olmak zorundadır. 19. Önemli notlar: Akıncılar adıyla STK formunda yeniden oluşan kitlesel hamlenin ilkeleri, misyonu, vizyonu ve uygulanabilir hedefleri açıkça ortaya konmalıdır. Seriye/ akın iklimine katılan herkesin ve her kesimin, bu kararlara uyması sağlanmalıdır. Ne kadar yetenekli-birikimli olursa olsun, toplumsal ve kitlesel hareketlerin kişilere bağlı örgütlenme olması çok yanlıştır. 20. yüzyıl Akıncı modelimizde olduğu gibi, 21. yüzyıl çağdaş Akıncı örgütlenmesinin kişilere değil, amaçlara ve hedeflere göre oluşması gerekmektedir. Tüm çalışmalarda ve örgütlenme modelinde, katılım, paylaşım, kardeşlik, güven kavramları öne çıkmalıdır ve öncelikli olmalıdır. 20. 21. yüzyılda tüm çalışmalarımız, son Rasul Hz. Muhammed(sas)’in iman, İslâm ve insan eksenli “sünnet modeline” bağlanmalı; umutla beklenen, yeni-çağdaş medeniyet modelini üretmek için kitleleri örgütlemeye yönelmelidir. Bu yöneliş zorunludur, çağımızın küresel sorumluluğudur. Birilerinin “Akıncılar adıyla oynamasına engel olmanın” yolu, Akıncıların yeni örgütlenmesinin gerçek ve çağdaş misyonu budur. Anadolu insanı yeni kitlesel hamleye hazırdır. Yiğit insanların onca emeğinin ve alın terinin karşılığı, yaratan Allah(cc)’ın rızası ve insan soyuna iman kökenli yeni medeniyet projelerinin sunulmasıdır. Yeni misyonun yükü çok ağırdır ve işleyişi çok zordur. Tarih boyunca Akıncılar; zor olandan kaçmamış, zor olanı başarmışlardır. İşin özü budur. Şimdi zaman, 21. yüzyılın Dünya Seriyeleri/ Akıncıları devridir. Bu da, 6. evredir


Ali Çitli

Şimdi Ara Canlı Yardım
ÖZGÜR FİLİSTİNİN YANINDAYIZ

Sitemizi kullanarak KVKK bilgilendirmemizi, çerez kullanım ve gizlilik sözleşmesini kabul etmektesiniz.